Hasan Uğur EPİRDEN “Merhaba gençler ve de her zaman genç kalanlar !...” deyince konserlerinde yer yerinden oynardı… Konserlerine yer bulabilmek için, biletlerin satışa çıkacağı günü bilmek gerekirdi… Zira sadece bu günü bilenler onu seyredebilme ve de dinleyebilme şansına sahip olabilirlerdi… Seyredebilme diyorum, çünkü sahnede bir devdi ve de o kadar heybetliydi ki !... Dönemin çarpık darbecilerinin kurbanı oldu…. Fikir hürriyetine zerre kadar saygısı ve tahammülü olmayanlar onun beklide en kıymetli yıllarını almakla kalmadılar hüzün ve kahır dolu günlere mahkum ederek ömründen verimli bir bölüm eksilttiler… Ülkesine gelip, toprağı hasretle öpmesine rağmen ona “Dönek” deme gafletinde bulundular… Uzun saçlarını arkadan bağlayıp bir çağdaş modaya öncülük ederken, kalabalıkların içinde yumruklayıp, burnunu kırdılar… Yılmadı…
Yaşamını alın teriyle sürdürmeye çalıştı… Ona barlarda ekmek parasını çıkartmak zorunda kalacak kadar hıyanet ettik!... Ne kadar büyük olduğunu ancak cenazesinde anlamış gözüktük?…
Ya sonra ?... Şimdi ?... Onun “Kavga”sını kim sürdürebilecek ?...
Ne zor bir soru değil mi ?...İLK AŞKI Aynalarla arası o aralar pek iyi değildi. Yüzünde ergenlik çağının çilesi olan değişikliklerin boy göstermeye başladığı senelerin başıydı… Okul dönemi bitmiş, yaz tatii başlamıştı… Geceleri sabahlara dek anlamını veremediği düşlerle uğraşıyor, bütün gün de koşturuyordu. Bir şeyler değişiyordu onda... ve çözemediği bir arayış içerisindeydi… Annesi devrin en ünlü tiyatro sanatçılarından biriydi… O yıl, yaz dönemi oyunları için bir sahil kentindeydi… Arada sırada mektuplar gidip, geliyordu… Böylelikle anne/evlat özlemi bir nebze olsun giderilmesi mümkün olabiliyordu… Ama bu mektuplar içinde “güney”den gelenlerinin sevinci daha büyükçe oluyordu… Zira içinden her keresinde 10 lira banknot çıkıyordu… 10 liraydı bu ?... O'nun yaşındaki çiçeği burnunda bir genç için tüketilmesi büyük paraydı !... İşte o yüzden onluğu cebe indirmenin zevkiyle o mektup bir solukta okunuyor, hasret bir mektupluk daha uzuyor ama hemen de cevap veriyordu… Son mektup bir hayli ilgisini çekmişti… Annesi evine konuk olduğu ahbaplarının kolejde okuyan güzel yeğeninden bahsediyordu… Artık sonraki mektuplarda, onun için 10 lira, önem sırası bakımından 2.ci sıraya inmişti… Acaba nasıl bir kızdı?... Kolejde olduğuna göre kültürlü bir kız olması gerekti?... Peki ama ya güzelliği?... Annesi son mektubunda "Gel !.." diye yazmıştı.. ve mektuptan bu kez 20 lira çıkmıştı!… O'nunla ilk karşılaşması şirin sahil beldesinin bahçe içerisinde bulunan, konak yavrusu evin holünde gerçekleşti… Gerçekten de çok güzel bir kızdı... Yaşadığı ılıman iklim her şeyi ile O'nu sanki kusursuz yaratmıştı… Annesi kim bilir kendisini kaç kez bu kolejli güzel kıza anlatmıştı ve acaba neler demişti ?... Genç kız da kim bilir O'nu merak etmiş miydi ?... Birbirlerini önce uzunca bir süzdüler !... Kızın yüzündeki ifade pek hoşuna gitmemişti… "Hay Allah !.. çıka çıka karşıma bu mu çıktı ?.." gibilerinden, sanki umduğunu pek bulamamış, hatta hayal kırıklığına uğramış cinstendi... Pek haksız da sayılmazdı... Zira o yıllarda aynalara boyuna değil de enine yansımaktaydı !... Her şeye rağmen aralarında pırıl pırıl, platonik bir ilişki başladı… Genç kız zamanla gencin O'ndan hoşlandığını ve sevdiğini daha iyi anlıyor ve kendi duygularının aksine, inadına O'nunla alay eder gibi bir tavır takınıyordu... Birlikte adım atmaları hayli zorlaşıyordu... Beraberlikleri ise istemeye istemeye gerilim dolu geçiyordu !... Genç delikanlı ise üzülüyor, kahroluyordu !… Canı yemek yemek bile istemiyor, çok sevdiği bu güzeller güzeli kız artık ona kahır pompalıyordu !... Seviyordu !... Ama bir şeyi tam çözemiyordu... Sevmek, acı çekmek miydi ?... Sevmek, arkasından böyle paramparça olmak, yerlerde sürünmek miydi ?... Sevmek O'nu O'nsuz zamanlarda bile hayallerinde yaşatıp, yokluğunda rüyalarından kabus görmüşçesine uyanmak mıydı ?... Ah !... O kadar toy ve tecrübesizdi ki !.. Yaz bitmek üzereydi... Annesinin çalıştığı tiyatro salonunun arka bahçesinde O'nunla bir süre dolaştı... Gecenin ilerleyen saatiydi ve son gala gecesinin final alkışları duyuluyordu.. Bir ara göz göze geldiler... Bu işkence artık bitmeliydi… Zira bu onların son geceleriydi... Cesaretini topladı, karanlıktan da cesaret alarak genç kızın elini tuttu. ona "I love you !.." dedi... Sanki Türkçe’sini söylemek O'na günah işleyecekmiş, ayıp edecekmiş gibi gelmişti o anda... Genç kız da başını öne eğmiş, ve "Me too !.." diye cevap vermişti... Bir süre sessiz kaldılar... Toto annenin sesi duyulana kadar birlikteliklerinin kısa ama unutulmaz tadını çıkardılar... Birden elleri ayrıldı... Bakışlar birbirlerinden uzaklaşırken karanlıklara asılı kaldılar !... Hepsi bu !... Yani kısa ama vurgun gibi bir yaz macerası !.. Genç kızı bir daha hiç göremedi !.. İsmi neydi ?.. Açık göz bebekleri sahi ne renkti ?... Ve daha hatırlayamadığı bir dolu şey geçmişin koynunda kalmıştı... Bir tek bir melodi kalmıştı onca heyecan ve duygudan... "Jhonny Gitar"... Evet, hepsi buydu... Hepsi bu kadardı !... Koca CEM KARACA'nın ilk gençlik aşkından, senelerin ve zamanın acımasız yıpratıcılığından belleğinde bölük pörçük kalabilenler... Ya sizler ?... Benzer bir filmin tüm karelerini bugüne taşıyabildiniz mi ?.. Uzaklara ne kadar dönüp, yolculuk edebiliyorsunuz ?... Derinliklere ne kadar inebilip, dipleri eşeleyebiliyorsunuz ?... O'nu hala hayalleriniz ve anılarınızda ne kadar yaşatabiliyorsunuz ?.. İlk heyecan.. ilk aşk... ilk dokunuş... ilk öpüş... Unutulmuyor değil mi ?... Ne dersiniz ?...CEM KARACA VE KARAR ANI Anne ve Baba tiyatrosu...Alkış sesleri... Konserler...Soruyor kendi kendine !...”Hangi alkış sesi kulağa daha hoş geliyor ?...”Ve... Düşünüyordu, hangi sahnenin tozu daha cezp etmekteydi benliğini ?... Zor bir tercih yapacaktı !...Ve... sonunda "Müzik"te karar kıldı !...Zaten edindiği bir Grundig teyple yatıp kalkıyordu... Radyolardan kayıtlar yapıyor, sonra ezberleyip, söylüyordu parçaları !... Daha henüz alkış sesleri yoktu ama, müzik vardı ya ?... Şarkı söyleyebiliyordu ya ?... Bakırköy'de CHP Gençlik Kolu'nun seçimi vardı !... Meydandaki benzincinin yanındaki bir kahvede yapılıyordu seçim !... Kalabalıktı !... Göz gözü görmüyordu !... İşin en ilginç yanı “Aday”lardan biri de O’ydu !... Bir an onu dışarıda bir bekleyenin olduğunu ve de ısrarla kendisiyle görüşmek istediğini söylediler !... Elinde gitar...Onun yaşlarında biriydi bu genç !.."-Şarkı söylüyormuşsunuz !... Ben de gitar çalıyorum... Birlikte çalışalım mı ?..." diyordu !... “Aday” Delikanlı arkasına bile bakmadan, koca seçimi bırakıyordu, çıkıyordu dışarı !... İşte Cem Karaca ve ilk gurubunun kuruluş anıydı bu !... Koca bir o kadar da önemli bir kilometre taşı olarak müzik tarihimize geçtiği, müzikle, guruplarla, müzisyenlerle ve de konserlerle iç içe, dopdolu bir ilginç hayatın bu başlangıç noktasıyla başlayarak emin ve sağlam adımlarla müzik kariyerinin üst sıralarına tırmanan gencin hayatının belki de en önemli dönüm noktalarından ve karar anlarından bir tanesiydi o an !... Cem Karaca yıllarca bir dev olarak Türk Pop Müziği'mizin başında kaldı !...Çalışkan ve üretkendi !... Bence ülkemizin en büyük konser sanatçılarından biriydi !... O heyecan dolu, o çalışkan o deli fişek ruhuyla, engin kültürüyle ve de en önemlisi, ilk günkü heyecanıyla, günümüzde mantar gibi ortaya fırlayan ve bir şeyler yaptıklarını sanan gençlerin bir çoğuna da örnek oldu !... "Resimdeki Gözyaşları" daima, kimliğini kaybedip yozlaşan "Pop" müziğimiz için damladı, durdu !... Aramızdan ayrılışında en fazla sarsılanlardan birisiydim !... Onunla 47 solo konser yapmıştım !... Ve neye yalan söyleyeyim, hala üzerine, sahnede o denli devleşen, o denli performans vererek dolduran başka bir sanatçı tanımıyorum !... CEM KARACA VE OBUR DÜNYA Anorağının yakalarının iyice kalkık oluşu sadece atıştıran yağmurdan değildi... Tekrar iade edilen itibarına ve vatandaşlık hakkına rağmen bir zamanlar kucaklaşarak bütünleştiği, çok sevdiği halkından alacağı reaksiyon bilmecesinin yüreğinde yarattığı heyecandandı... Çünkü daha yurda döneli yalnızca 24 saat olmuştu... Ve nereden bakarsanız, bir kuşaklık bir açığı vardı !... O zamanlar "Etap Marmara" adıyla anılan günümüzün "The Marmara" otelinin birinci katındaki kafede çaylarımızı yudumlarken bana çektiği vatan hasreti kadar yanlış anlaşılmanın verdiği huzursuzluğu ifade ederken gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlarını daha dünmüş gibi hatırlıyorum... Türkiye'deki son iki konserini organize etmek, çoğu zaman olduğu gibi bana nasip olmuştu... Ancak ilkini Ersen-Dadaşlar, ikincisini Selda Bağcan ile paylaştığı konserleri müzikal kişiliğinin önüne astığı bir sol lider imajıyla, Fidel Castro giysisiyle, sol yumruğu havada vermiş, salonu tıka basa dolduran parkalı "Devrimci Gençlik" ile bol bol slogan atmıştı... Ancak sol lider olmanın faturasını sadece yasalara değil kendi bünyesinde bile pahalı ödemek zorunda kalacaktı... Zira sol kendi içerisinde tam 52 fraksiyona bölünmüş, kendi aralarında bırakın itiş kakışı, cinayetler bile işler olmuşlardı... Yıllar onu gittikçe yumuşattı... Hatta inanılmaz derecede çağa ve değişim rüzgarlarına ayak uydurabilecek olgunluğa eriştirdi... "Döneklik" suçlamalarına ve yakıştırmalarına aldırmadan doğru olanı yaptı ve ılımlı sağ kesimle de kucaklaştı... Bir bilirkişi ve baba olarak etrafına aydınlık saçtı, eğitmenlik yaptı !... Hiç unutmam, 1992 senesinde o zamanların popüler kanallarından olan HBB televizyonu için kendi arşivime Cem’inkisini de ekleyerek, "CEM KARACA Belgeseli" hazırlamış ve yönetmenliğini yapmıştım... Onun belki de en güzel yorumladığı "Bu Biçim" adlı parçasına da Ataköy Marina'da çektiğim klipten büyük haz duymuştum...(Klibe ulaşmak için : http://www.youtube.com/watch?v=w2Gh9s4tjLE ) Klipi çekeceğimiz akşam çok dertliydi... Kendisini çekime hazır ve konsantre görmediğim için oradaki barlardan birine davet ettim... Set,çekim ve ışık ekipleri hazırlanana kadar dertleştik... Bu arada bir şişe viskinin de çoktan dibi görünmüştü... Kafayı iyice bulmuştu... Yerinden kalkarken yardımcı oldum, bana kızdı... Kendi haline bıraktım... Sendeleye sendeleye, yalpalayarak çekimin yapılacağı mendireğe yürürken, çekimin akıbeti hakkında kara kara düşünmeye başlamıştım... Çekim saatlerce sürdü... Cem olağanüstü bir performans gösterdi... Parçada sözler iddialı ve "ex" bir aşkın itiraflarıydı... "Hiç bir kadın bir erkeği... hiç bir erkek bir kadını... bu biçim sevmedi !..." diyordu !... Asil ağaçlar ayakta ölür... Boynunu kimseye eğmedi... Milliyetçi bir entellektüel, gerçek bir pop ve halk starıydı ... Ne parçalardı onlar ?... "Dadaloğlu", "Emrah", "Resimdeki Gözyaşları", "Obur Dünya", "Bu son olsun" , "Namus Belası", "Tamirci çırağı"... "Beni siz delirttiniz" , "İhtarname", "Parka" , "1 mayıs" , "Ceviz ağacı" , "Beni bekleme kaptan" , "Islak ıslak" , "Bu biçim" ... "Obur Dünya" onu da yedi bitirdi... Sesi hala kulaklarımda çınlıyor... "....yediğine doymadın mı obur dünya?..." Siteminde haklıydı !... Bu bu obur dünya kimleri yutmamıştı ki ?... Bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamıştı !... Hepimizin gideceği yer mutlaka "orası"... Ama erken terkler insanı çok üzüyor !... Nur içinde yat aziz ve kadim dostum !... Biz "Gençler ve de her zaman genç kalanlar" seni yüreğimizde daima taşıyacak ve yaşatacağız...
Yaşamını alın teriyle sürdürmeye çalıştı… Ona barlarda ekmek parasını çıkartmak zorunda kalacak kadar hıyanet ettik!... Ne kadar büyük olduğunu ancak cenazesinde anlamış gözüktük?…
Ya sonra ?... Şimdi ?... Onun “Kavga”sını kim sürdürebilecek ?...
Ne zor bir soru değil mi ?...İLK AŞKI Aynalarla arası o aralar pek iyi değildi. Yüzünde ergenlik çağının çilesi olan değişikliklerin boy göstermeye başladığı senelerin başıydı… Okul dönemi bitmiş, yaz tatii başlamıştı… Geceleri sabahlara dek anlamını veremediği düşlerle uğraşıyor, bütün gün de koşturuyordu. Bir şeyler değişiyordu onda... ve çözemediği bir arayış içerisindeydi… Annesi devrin en ünlü tiyatro sanatçılarından biriydi… O yıl, yaz dönemi oyunları için bir sahil kentindeydi… Arada sırada mektuplar gidip, geliyordu… Böylelikle anne/evlat özlemi bir nebze olsun giderilmesi mümkün olabiliyordu… Ama bu mektuplar içinde “güney”den gelenlerinin sevinci daha büyükçe oluyordu… Zira içinden her keresinde 10 lira banknot çıkıyordu… 10 liraydı bu ?... O'nun yaşındaki çiçeği burnunda bir genç için tüketilmesi büyük paraydı !... İşte o yüzden onluğu cebe indirmenin zevkiyle o mektup bir solukta okunuyor, hasret bir mektupluk daha uzuyor ama hemen de cevap veriyordu… Son mektup bir hayli ilgisini çekmişti… Annesi evine konuk olduğu ahbaplarının kolejde okuyan güzel yeğeninden bahsediyordu… Artık sonraki mektuplarda, onun için 10 lira, önem sırası bakımından 2.ci sıraya inmişti… Acaba nasıl bir kızdı?... Kolejde olduğuna göre kültürlü bir kız olması gerekti?... Peki ama ya güzelliği?... Annesi son mektubunda "Gel !.." diye yazmıştı.. ve mektuptan bu kez 20 lira çıkmıştı!… O'nunla ilk karşılaşması şirin sahil beldesinin bahçe içerisinde bulunan, konak yavrusu evin holünde gerçekleşti… Gerçekten de çok güzel bir kızdı... Yaşadığı ılıman iklim her şeyi ile O'nu sanki kusursuz yaratmıştı… Annesi kim bilir kendisini kaç kez bu kolejli güzel kıza anlatmıştı ve acaba neler demişti ?... Genç kız da kim bilir O'nu merak etmiş miydi ?... Birbirlerini önce uzunca bir süzdüler !... Kızın yüzündeki ifade pek hoşuna gitmemişti… "Hay Allah !.. çıka çıka karşıma bu mu çıktı ?.." gibilerinden, sanki umduğunu pek bulamamış, hatta hayal kırıklığına uğramış cinstendi... Pek haksız da sayılmazdı... Zira o yıllarda aynalara boyuna değil de enine yansımaktaydı !... Her şeye rağmen aralarında pırıl pırıl, platonik bir ilişki başladı… Genç kız zamanla gencin O'ndan hoşlandığını ve sevdiğini daha iyi anlıyor ve kendi duygularının aksine, inadına O'nunla alay eder gibi bir tavır takınıyordu... Birlikte adım atmaları hayli zorlaşıyordu... Beraberlikleri ise istemeye istemeye gerilim dolu geçiyordu !... Genç delikanlı ise üzülüyor, kahroluyordu !… Canı yemek yemek bile istemiyor, çok sevdiği bu güzeller güzeli kız artık ona kahır pompalıyordu !... Seviyordu !... Ama bir şeyi tam çözemiyordu... Sevmek, acı çekmek miydi ?... Sevmek, arkasından böyle paramparça olmak, yerlerde sürünmek miydi ?... Sevmek O'nu O'nsuz zamanlarda bile hayallerinde yaşatıp, yokluğunda rüyalarından kabus görmüşçesine uyanmak mıydı ?... Ah !... O kadar toy ve tecrübesizdi ki !.. Yaz bitmek üzereydi... Annesinin çalıştığı tiyatro salonunun arka bahçesinde O'nunla bir süre dolaştı... Gecenin ilerleyen saatiydi ve son gala gecesinin final alkışları duyuluyordu.. Bir ara göz göze geldiler... Bu işkence artık bitmeliydi… Zira bu onların son geceleriydi... Cesaretini topladı, karanlıktan da cesaret alarak genç kızın elini tuttu. ona "I love you !.." dedi... Sanki Türkçe’sini söylemek O'na günah işleyecekmiş, ayıp edecekmiş gibi gelmişti o anda... Genç kız da başını öne eğmiş, ve "Me too !.." diye cevap vermişti... Bir süre sessiz kaldılar... Toto annenin sesi duyulana kadar birlikteliklerinin kısa ama unutulmaz tadını çıkardılar... Birden elleri ayrıldı... Bakışlar birbirlerinden uzaklaşırken karanlıklara asılı kaldılar !... Hepsi bu !... Yani kısa ama vurgun gibi bir yaz macerası !.. Genç kızı bir daha hiç göremedi !.. İsmi neydi ?.. Açık göz bebekleri sahi ne renkti ?... Ve daha hatırlayamadığı bir dolu şey geçmişin koynunda kalmıştı... Bir tek bir melodi kalmıştı onca heyecan ve duygudan... "Jhonny Gitar"... Evet, hepsi buydu... Hepsi bu kadardı !... Koca CEM KARACA'nın ilk gençlik aşkından, senelerin ve zamanın acımasız yıpratıcılığından belleğinde bölük pörçük kalabilenler... Ya sizler ?... Benzer bir filmin tüm karelerini bugüne taşıyabildiniz mi ?.. Uzaklara ne kadar dönüp, yolculuk edebiliyorsunuz ?... Derinliklere ne kadar inebilip, dipleri eşeleyebiliyorsunuz ?... O'nu hala hayalleriniz ve anılarınızda ne kadar yaşatabiliyorsunuz ?.. İlk heyecan.. ilk aşk... ilk dokunuş... ilk öpüş... Unutulmuyor değil mi ?... Ne dersiniz ?...CEM KARACA VE KARAR ANI Anne ve Baba tiyatrosu...Alkış sesleri... Konserler...Soruyor kendi kendine !...”Hangi alkış sesi kulağa daha hoş geliyor ?...”Ve... Düşünüyordu, hangi sahnenin tozu daha cezp etmekteydi benliğini ?... Zor bir tercih yapacaktı !...Ve... sonunda "Müzik"te karar kıldı !...Zaten edindiği bir Grundig teyple yatıp kalkıyordu... Radyolardan kayıtlar yapıyor, sonra ezberleyip, söylüyordu parçaları !... Daha henüz alkış sesleri yoktu ama, müzik vardı ya ?... Şarkı söyleyebiliyordu ya ?... Bakırköy'de CHP Gençlik Kolu'nun seçimi vardı !... Meydandaki benzincinin yanındaki bir kahvede yapılıyordu seçim !... Kalabalıktı !... Göz gözü görmüyordu !... İşin en ilginç yanı “Aday”lardan biri de O’ydu !... Bir an onu dışarıda bir bekleyenin olduğunu ve de ısrarla kendisiyle görüşmek istediğini söylediler !... Elinde gitar...Onun yaşlarında biriydi bu genç !.."-Şarkı söylüyormuşsunuz !... Ben de gitar çalıyorum... Birlikte çalışalım mı ?..." diyordu !... “Aday” Delikanlı arkasına bile bakmadan, koca seçimi bırakıyordu, çıkıyordu dışarı !... İşte Cem Karaca ve ilk gurubunun kuruluş anıydı bu !... Koca bir o kadar da önemli bir kilometre taşı olarak müzik tarihimize geçtiği, müzikle, guruplarla, müzisyenlerle ve de konserlerle iç içe, dopdolu bir ilginç hayatın bu başlangıç noktasıyla başlayarak emin ve sağlam adımlarla müzik kariyerinin üst sıralarına tırmanan gencin hayatının belki de en önemli dönüm noktalarından ve karar anlarından bir tanesiydi o an !... Cem Karaca yıllarca bir dev olarak Türk Pop Müziği'mizin başında kaldı !...Çalışkan ve üretkendi !... Bence ülkemizin en büyük konser sanatçılarından biriydi !... O heyecan dolu, o çalışkan o deli fişek ruhuyla, engin kültürüyle ve de en önemlisi, ilk günkü heyecanıyla, günümüzde mantar gibi ortaya fırlayan ve bir şeyler yaptıklarını sanan gençlerin bir çoğuna da örnek oldu !... "Resimdeki Gözyaşları" daima, kimliğini kaybedip yozlaşan "Pop" müziğimiz için damladı, durdu !... Aramızdan ayrılışında en fazla sarsılanlardan birisiydim !... Onunla 47 solo konser yapmıştım !... Ve neye yalan söyleyeyim, hala üzerine, sahnede o denli devleşen, o denli performans vererek dolduran başka bir sanatçı tanımıyorum !... CEM KARACA VE OBUR DÜNYA Anorağının yakalarının iyice kalkık oluşu sadece atıştıran yağmurdan değildi... Tekrar iade edilen itibarına ve vatandaşlık hakkına rağmen bir zamanlar kucaklaşarak bütünleştiği, çok sevdiği halkından alacağı reaksiyon bilmecesinin yüreğinde yarattığı heyecandandı... Çünkü daha yurda döneli yalnızca 24 saat olmuştu... Ve nereden bakarsanız, bir kuşaklık bir açığı vardı !... O zamanlar "Etap Marmara" adıyla anılan günümüzün "The Marmara" otelinin birinci katındaki kafede çaylarımızı yudumlarken bana çektiği vatan hasreti kadar yanlış anlaşılmanın verdiği huzursuzluğu ifade ederken gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlarını daha dünmüş gibi hatırlıyorum... Türkiye'deki son iki konserini organize etmek, çoğu zaman olduğu gibi bana nasip olmuştu... Ancak ilkini Ersen-Dadaşlar, ikincisini Selda Bağcan ile paylaştığı konserleri müzikal kişiliğinin önüne astığı bir sol lider imajıyla, Fidel Castro giysisiyle, sol yumruğu havada vermiş, salonu tıka basa dolduran parkalı "Devrimci Gençlik" ile bol bol slogan atmıştı... Ancak sol lider olmanın faturasını sadece yasalara değil kendi bünyesinde bile pahalı ödemek zorunda kalacaktı... Zira sol kendi içerisinde tam 52 fraksiyona bölünmüş, kendi aralarında bırakın itiş kakışı, cinayetler bile işler olmuşlardı... Yıllar onu gittikçe yumuşattı... Hatta inanılmaz derecede çağa ve değişim rüzgarlarına ayak uydurabilecek olgunluğa eriştirdi... "Döneklik" suçlamalarına ve yakıştırmalarına aldırmadan doğru olanı yaptı ve ılımlı sağ kesimle de kucaklaştı... Bir bilirkişi ve baba olarak etrafına aydınlık saçtı, eğitmenlik yaptı !... Hiç unutmam, 1992 senesinde o zamanların popüler kanallarından olan HBB televizyonu için kendi arşivime Cem’inkisini de ekleyerek, "CEM KARACA Belgeseli" hazırlamış ve yönetmenliğini yapmıştım... Onun belki de en güzel yorumladığı "Bu Biçim" adlı parçasına da Ataköy Marina'da çektiğim klipten büyük haz duymuştum...(Klibe ulaşmak için : http://www.youtube.com/watch?v=w2Gh9s4tjLE ) Klipi çekeceğimiz akşam çok dertliydi... Kendisini çekime hazır ve konsantre görmediğim için oradaki barlardan birine davet ettim... Set,çekim ve ışık ekipleri hazırlanana kadar dertleştik... Bu arada bir şişe viskinin de çoktan dibi görünmüştü... Kafayı iyice bulmuştu... Yerinden kalkarken yardımcı oldum, bana kızdı... Kendi haline bıraktım... Sendeleye sendeleye, yalpalayarak çekimin yapılacağı mendireğe yürürken, çekimin akıbeti hakkında kara kara düşünmeye başlamıştım... Çekim saatlerce sürdü... Cem olağanüstü bir performans gösterdi... Parçada sözler iddialı ve "ex" bir aşkın itiraflarıydı... "Hiç bir kadın bir erkeği... hiç bir erkek bir kadını... bu biçim sevmedi !..." diyordu !... Asil ağaçlar ayakta ölür... Boynunu kimseye eğmedi... Milliyetçi bir entellektüel, gerçek bir pop ve halk starıydı ... Ne parçalardı onlar ?... "Dadaloğlu", "Emrah", "Resimdeki Gözyaşları", "Obur Dünya", "Bu son olsun" , "Namus Belası", "Tamirci çırağı"... "Beni siz delirttiniz" , "İhtarname", "Parka" , "1 mayıs" , "Ceviz ağacı" , "Beni bekleme kaptan" , "Islak ıslak" , "Bu biçim" ... "Obur Dünya" onu da yedi bitirdi... Sesi hala kulaklarımda çınlıyor... "....yediğine doymadın mı obur dünya?..." Siteminde haklıydı !... Bu bu obur dünya kimleri yutmamıştı ki ?... Bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamıştı !... Hepimizin gideceği yer mutlaka "orası"... Ama erken terkler insanı çok üzüyor !... Nur içinde yat aziz ve kadim dostum !... Biz "Gençler ve de her zaman genç kalanlar" seni yüreğimizde daima taşıyacak ve yaşatacağız...